Gazeteci Yazar
|
||
Saygı Öztürk > Öldüler.... Bayrağı indirtmediler , işte bilinmeyenlerle bayrak olayı... 10/6/2014 Öldüler.... Bayrağı indirtmediler , işte bilinmeyenlerle bayrak olayı...Terörist, tel örgüleri aşıp Diyarbakır’da askeri birliğin içine girip gönderde bulunan bayrağımızı indirebiliyor. PKK’lılar, HADEP’in Genel Kurulu’nda da asılan bayrağı indirmişlerdi. Bayrağımıza olan saygısızlık artık Güneydoğu’da inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Özellikle köy okullarında bayrak töreni yapılmıyor. İstiklal Marşı okunmuyor. Andımız da Başbakan’ın talimatıyla kaldırılmıştı.PKK’nın başı Abdullah Öcalan, ifadesi alındıktan sonra “Söylemek istediklerim var. Ek ifade vermek istiyorum” dedi. “Apo Olayının Perde Arkası” isimli kitabımda o ifadeyi belgeleriyle yayınladım. Bugün yerlere atılan bayrağımız için Öcalan şunları söylüyordu: Saygımı öperek gösterdim “Benim bu güne kadar Atatürk’e karşı, Türk Ulusu ve bayrağı aleyhine bir sözüm olmamıştır. Atatürk’ün önderlik hususlarını takdir ettim. Bugüne kadar da kendime rehber olarak kabul edip uygulamaya çalıştım. HADEP Genel Kurulu’nda Türk Bayrağı’nın indirilmesini ilk kınayanlardan biri de benim. Bu konuda MED-TV’de konuşmalarım yayınlandı. Yakalandığımda da Türk Bayrağı’na olan saygımı öperek gösterdim.” Öcalan’ın Atatürk’e, bayrağımıza olan saygısını bugün birçok siyasetçimiz göstermiyor. Bayrağın indirilmesine tepki göstermekten bile çekinir hale geldiler. Başbakan her fırsatta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Hakkari’de düzenlediği mitingde Türk Bayrağı’nın bulunmadığını söylüyor. Bırakın yıllar öncesini, şu anda bile AKP’nin Hakkari il binasında bayrağımızın olup olmadığını Başbakan bir sordursun bakalım. Polis korumasında olan AKP il binasına, bayrağımızı asmaya çekiniyorlar. Açıkçası, Öcalan’ın gösterdiği saygıyı bile gösteremiyorlar. Her tarafa yayma çabası Terör örgütü, eylemlerini yalnız Güneydoğu illerinde değil, ülkenin diğer illerine de yaymanın çabası içinde. Lice’de askerin yaraladığı bir genç askeri helikopterle hastaneye götürülüyor. Ancak kurtarılamıyor. Acaba bu kişi ne yaptı da asker kendisine ateş etti? Sırt çantasının içinde molotofkokteyli, patlayıcılar ve uzun namlulu silah fişekleri olan Ramazan Baran, askerlerin siperine girmeye çalışıyor. Hep “sabır, sabır” deyip, olup bitenleri sadece izleyen asker ne yapsın? Tel örgüyü aşıp askeri birliğin içine giren teröristin, bayrağımızı indirmesine bile ses çıkartılmıyor. Benzer bir olay Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Rumlar’la aramızdaki sınırda yaşanmıştı. Rum genci bayrağı indirmek için direğe çıktığı an öldürül-müştü. Onlar, Rum genci değil, bu bayrak altında yaşayan insanlar. Ama örgütün başı Abdullah Öcalan’ın bayrağımıza olan saygısını da unutmasınlar. Hakkari’de yapılana bakın. Terörist ve yandaşları Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Fatih Bülbül Kışlası’nın kapısına, örgüte ait bezlerle geliyorlar. Taş, molotof ve havai fişeklerle askere saldırıyorlar. 1987-1989 yıllarında Hakkari’de Dağ ve Komando Tugay Komutanı olarak görev yapan Altay Tokat’a, “Sizin döneminizde böyle olaylar yaşandı mı?” diye sordum. Şunları söyledi: Uçuruma doğru gidiyoruz “Asla yaşanmadı. Mücadelenin temeli bölge halkıdır. Vatandaşın, devletine saygısı vardı. Bugün ise bölge halkını kaybetmeye başladık. Ülkenin durumu ‘kötüye gidiyor’ ne demek, uçuruma gidiyoruz. Bölgenin kontrolü terör örgütünün eline geçmiş durumda. Bunu içim sızlayarak söylüyorum.” Aynı soruyu yine Hakkari’de uzun yıllar görev yapan Aleattin Parmaksız Paşa’ya sordum. Aynen şunları söyledi: “Asker o zaman dağda, ovada, köydeydi. Bugün ise terörist dağda, ovada, köyde. Açılımın, ülkemizi getirdiği nokta bu. Buradan dönülmesi de giderek zorlaşıyor.” Yemin edenler düşünsün Diyarbakır’da askeri birliğe giren terörist, askerin gözleri önünde bayrağımızı gönderden indirip attı. Askerlikte böyle bir olay yaşandığında karşılığının ne olduğunu konuştuğum komutanlar, “Kıbrıs’ta yaşananları” hatırlattılar. Önceki gün bayrağımızın indirildiği Diyarbakır’da Korgeneral Altay Tokat 1995-1997 yıllarında Asayiş Ko-lordu Komutanı olarak görev yapmıştı. Dün bu konuyu konuştuğumda şunları söyledi: “Bayrak, bir milletin, askerin şerefidir, namusudur. Namusa tecavüz ediliyor, sen meşru müdafaa hakkını bile kullanmıyorsun. Vatan gittikten sonra mı silahı kullanacaksın? Bayrağını indirmeye kalkışana seyirci kalınmaz. Gereği yapılır.” Güneydoğu kahramanlarından emekli Tümgeneral Aleattin Parmaksız da aynı soruya şu karşılığı verdi: “Bayrak milletinin onurunu, namusunu temsil eder. Bayrak üzerine yemin edenler, yapılanlar karşısında yeminlerini düşüsün. Ya bırakıp gitsinler, ya da yeminlerini düşünsünler. Ben, askeri birlikteki o çocukları suçlamıyorum. Nerede bayrağımız üzerine yemin eden komutanlar? Niçin böyle sus-pus olmuşlar?” “Bayrak inmez, vatan bölünmez” sloganı sıkça söylenir. Ancak bugün bayrak iniyor, vatanın bölünmezliği tartışılıyor. O HABERİN ÖYKÜSÜ Yer Şemdinli’nin Samanlı Karakolu… Tarih 9 Ağustos 1991… Sıcak bir yaz gecesi, güneş ha doğdu ha doğacak. Gecenin sessizliği aniden roketler ve makineli tüfek atışlarıyla bölündü. 150 kişilik terörist grubu, Samanlı Karakolu’ nun önünde dalgalanan bayrağı indirmek üzere saldırıya geçmişti. İşte o gece o karakolda bulunan 33 asker, eşine az rastlanan bir kahramanlık destanına imza attı. Çatışmada 10 askerimiz şehit oldu, Samanlı Karakolu binası yandı, yıkıldı. Ama karakolun kapısındaki o bayrak indirtilmedi… Saygı Öztürk, 1991 yılında Şemdinli’de bayrağı indirtmemek için direnen Mehmetçikleri şöyle anlatmıştı: “10 Ağustos 1991 Cumartesi günü, Hürriyet'in birinci sayfa olduğu gibi Şemdinli’ye ayrılmıştı. “Öldüler… Bayrağı indirtmediler” başlığının hemen altında “Bu destan unutulmaz… Çünkü bu destan, 33 Mehmetçiğin, 150 teröriste karşı kahramanca direnişinin destanıdır. Bu destan, ağır silahlarla yapılan bir gece baskınına direnişin destanıdır. Bu destan; kan verip, can verip teslim edilmeyen bayrağımızın destanıdır” yazıyordu. O haberi ben yazmış, fotoğraflyarı da Ümit Turpçu çekmişti. Teröristlerce basılan Şemdinli’nin Samanlı karakoluna ulaşmak için yola çıkıyorduk. O dönem Hürriyet Ankara Temsilci Yardımcısı Enis Berberoğlu, foto muhabiri Ümit Turpçu’yla birlikte önce Diyarbakır’a iniyor, orada taksici Vedat’ı buluyor, Şemdinli ilçesine gidiyorduk. Samanlı karakoluna gitmek ne mümkün. Şemdinli çıkışından itibaren asker yolları tutmuş. Binbaşı Cem’e “Komutanım bakın gazetemizin başlığında Atatürk var, bayrağımız var” diyoruz ama boşuna. Komutan bizi kırmamak için telefonu kaldırıp birilerine ricamızı anlatıyor. Çalan bir telefonu kaldırdığında “Emredersiniz komutanım” diyor. Binbaşı Cem’in aldığı talimat, “kesinlikle gazetecilerin geçişine izin verilmeyecek” oluyor. Şemdinli’ye gitmişsiniz, Samanlı köyüne gidemiyorsunuz. Nasıl Çukurca’nın Çayırlı köyüne katırla dağ yollarını aşarak ulaştıysak, Samanlı’ya da gidişin bir yolu olmalıydı. Meslektaşım, o yöne giden köylülerin arasına yöre halkı gibi giyinip karışmayı denedi, ama boşuna… Askerler yorgundu. Sınırötesi harekât başlamış, gece-gündüz uykusuz kalan askerler de perişan olmuştu. Köprü başında sadece bir asker nöbet tutuyordu. Diğerleri dereye girmiş yüzüyorlardı. Boğucu sıcakta serinlemek için başka yolları yoktu. Ümit Turpçu, yol açmakta, bahane bulmakta beceriklidir. Askere “Koçum memleket nere?” dediğinde, “Vay koçum, ben de oralıyım. Kimlerdensin sen?” diyor, memleketlisi olmayan askerin böylece dostluğunu kazanmaya çalışıyordu. Taksici Vedat, Ümit Turpçu’nun her gittiği yerde konuştuğu her askere aynı memleketten olduğunu söylemesine alışıktı. Hiç gülmüyor, gülümsemiyordu. Ümit, gazeteci olduğumuzu söylemiyordu. Bir yol bulduk, bir iz bulduk, geçilmeyen yerlerden geçtik, atların su içtiği eşmelerde yüzümüzü yıkadık, başımızı suya soktuk. Patika yollardan ilerlerken alabildiğine toz kalkıyordu. Yol ayrımları geldiğinde o dağ başlarında, silahların patladığı yörelerde “Bu sefer sağdan gidelim” diyor, bazen de “Demin sağa girdik, bu kez şansımızı soldan deneyelim, sür Vedat” diyorduk. Önce bayrağımızı gördük. Yaklaştıkça yanmış, yıkılmış, o dağ yamacının dibinde başlayan düzlükte kurulmuş karakolu gördük. Karşımızda Samanlı karakolu vardı. Karakola yaklaştıkça Ümit Turpçu birkaç kare fotoğraf çekiyor, hemen o filmi çıkartıp donumuzun içine, çorabımızın arasına, otomobilin koltuklarının altına atıyorduk… Çünkü, çektiğimiz filmlerin bir yerlerde elimizden alınabileceğini biliyorduk. O yüzden tedbirli davranıyorduk. Sınır ötesi operasyon da devam ediyordu. Samanlı’ya giderken sınır taşlarının da yanından geçiyorduk. “Hatıra” olsun diye sınır taşlarının yanında fotoğraf çektiriyorduk. Şemdinli yine gazeteci kaynıyordu. Ancak bırakın sınır ötesine gitmek, Şemdinli’de saldırıya uğrayan ve 9 askerimizin şehit edildiği karakola bile gidilmesi mümkün değildi. Bizim geçtiğimizi öğrenen diğer gazeteciler durumu yetkili makamlara bildiriyor, kendilerinin de geçişlerine izin verilmesi için uğraşıyorlardı. Bizim gazeteci olduğumuz öğrenildiğinde yer yerinden oynamıştı. Ümit Turpçu, her durduruluşumuzda, fotoğraf makinesindeki boş filmi çıkartıp “Vallahi fotoğraf çekmedik, billahi fotoğraf çekmedik” diyordu. Tabii ki inanılmaz küfürler duyuyorduk. Bu arada meslektaşlarımız da boş durmuyordu. Bir meslektaşımız, yalvarıp yakarmayla sonuç alamayacağını bildiği için, yörede kadınların giydiği elbiseden alıp kara çarşafa girdi. Köye gidebilmek için bir traktör kiralamıştı. Köyüne giden insan rolüne girmişti. Askerler köprü başında durdurmuştu. Kara çarşaflı kadının halinden şüphelenmişlerdi. Askerin, “Hey bayan” seslenişine, gazeteci sesini bayana benzetmeye çalışıp “Buyurun Mehmetçik bey” dediğinde onun bir erkek olduğu anlaşılmıştı. Kara çarşafa giren değerli meslektaşım Bengüç fena yakalanmıştı… Son umudu da boşa gitmişti… Mayınlı arazileri, geçilmeyecek yolları geçmiş, haberi, fotoğrafları gazetemize ulaştırmıştık. Genelkurmay Başkanlığı ise bu müthiş, duygu yüklü haberimizin yer aldığı gazeteden 5 bin adet aldırıp, helikopterle sınır karakollarına dağıtmıştı. Enis Berberoğlu ve Ümit Turpçu’yla dönerken, Hakkâri-Van arasında bulunan Hoşap Kalesi önünde hatırı fotoğrafı çektiriyorduk… Gazeteye geldiğimizde, Ankara Temsilcimiz Fatih Çekirge bizi bekliyor, Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök’ün başarılı çalışmamızdan dolayı teşekkürlerini iletiyordu. Türkiye’de ilk kez bir karakol baskınını ve onun müthiş öyküsünü Hürriyet okurları, çarpıcı fotoğraflarla birlikte görüyordu… O günü çok iyi anımsıyorum, Şemdinli’den haberi telefonla yazdırdığım arkadaşım Sezai Şengün telefonda ağlıyordu.” Twitter'da paylaş Saygı Öztürk > Öldüler.... Bayrağı indirtmediler , işte bilinmeyenlerle bayrak olayı... Diğer Yazıları: 27/12/2019 İslami bankada olmayanlar bizde başladı 25/12/2019 Kulelerde, FETÖ araştırmasını MHP istemiş 24/12/2019 Her olayın altından aynı kadın çıkıyor! 22/12/2019 Kanal İstanbul gerçekleri 20/12/2019 Özkök: FETÖ’ye hep dikkat çektim 18/12/2019 17 yıldır ödenmeyen namus borcu 17/12/2019 Eski vekiller de “çakarlı” olacak 15/12/2019 Skandal ihaleye, suç duyurusu 13/12/2019 İşte, Gökçek’in mal varlığı 11/12/2019 Vetonun ardından geleceklere bakalım 10/12/2019 Bunlar yapılmadan mücadele olmaz 8/12/2019 İhalede 88 milyon lira farkın bir anlamı yok… 6/12/2019 O veto edildi, ya diğer yasa? 4/12/2019 Onca konutun parası kimin cebinde? 3/12/2019 Bakan, Öksüz için ne söylemek istedi? 27/11/2019 O sanık, son güne kadar müdürdü 26/11/2019 Kadın öğretmenlere mezarlık görevi! 24/11/2019 Yavaş ne yapsın! 100 bin iş başvurusu 12 bin görüşme talebi 22/11/2019 Karar: Gökçek’in mal varlığı araştırılacak 20/11/2019 HDP, önemli bir karar aşamasında 19/11/2019 Hukukçuların sınavına besmeleli hazırlık kitabı 17/11/2019 Acı tablonun sorumlusu… 15/11/2019 Pes doğrusu! Bakanlık, öğretmenleri icralık etti
|
..:: KİTAPLARI
::..
> twitter.com/saygi_ozturk > tr.linkedin.com/in/saygiozturk facebook.com/saygiozturk Saygı Öztürk Kimdir |
|
© 2018 www.saygiozturk.com I www.saygiozturk.net Saygı Öztürk kitapları ve yazıları |