Gazeteci Yazar
|
||
Saygı Öztürk > Esad Kıratlıoğlu yazdı : "Laiklik, İslam, Demokrasi ve Türkiye" 3/3/2016 Esad Kıratlıoğlu yazdı : "Laiklik, İslam, Demokrasi ve Türkiye"Kendisi bir müftü çocuğu olan Türk Siyasi Hayatının renkli isimlerinden 85 yaşındaki Esat Kıratoğlu, “Laiklik, İslam, Demokrasi ve Türkiye” başlıklı bir yazı gönderdi. Kıratoğlu yazmış, bakalım neler yazmış:------ LAİKLİK, İSLAM, DEMOKRASİ VE TÜRKİYE Dünya tarihinde demokrasi ( demos cratos- halk idaresi ) gerçek hüviyeti ile bugünkü demokratik ülkelere yerleşebilmek için. Hem çok uzun bir yol kat etti hem de çeşitli zorlu safhalardan geçti. Demokrasi ilk defa İngiltere'de 1215 te kral John asiller tarafından zorla ilan ettirilen Magna carta libertatum ( büyük özgürlük fermanı) ile insan hayatı ile özdeşleşti. 63 md den oluşan magna carta nın 3 ana temeli vardır. 1- Vergiyi toplamak ve sarf etmek kralın yetkisinden alındı ve asillerden teşekkül eden bir kurula verildi. Bu kurula kanun yapma yetkisi de verildi.(ilk parlamento) 2- İnsanlar ancak kanunla cezalandırılabilir 3- Adalet satılamaz ve geciktirilemez Demokrasi çok daha sonra 1776 da A.B.D istiklal beyannamesi ve 1789 da Fransız ihtilali ile, dünya geniş halk tabakası tarafından duyulur hale geldi. İnsanlar kızıl derili siyah derili ya da beyaz derili sarı tenli olsun efendileri ya da kuvvetlilerce inim inim inletiliyordu. İmparatorlar ve hükümdarlarca orta çağ dediğimiz zaman diliminde, Hristiyanlara uygulanan zulüm, onları ta Kapadokya ya ( Nevşehir civarı) kadar kaçmaya ve kendilerinin yaptıkları, yer altı şehirlerinde yaşamaya mahkûm etmiştir. Ancak bir müddet sonra papalık ve kilise^ devleti yönetir hale gelmiştir. Öyle ki, bir alman hükümdarını aforoz eden papadan af dilemek için hükümdar, Alp dağlarında tatil yapan papadan, kabul edilmesi çaresizliği içinde aylarca, karlı dağlarda sürünmüştür. Kilise artık hükümdarların dahi üstünde idi. Fransa'da kilisenin yönetime baskısı, ayrıca imparatorun 'da halk üzerindeki umursamazlığı had safhaya varmıştı. Halk yoksul ve perişandı; öyle ki yiyecek ekmek bulamıyoruz diye feryat eden halka, kraliçe MARIE ANTUVANET o zaman pasta yiyin diyordu; bu şartlar altında 1789 halk hareketi ile Fransız ihtilali oldu. ihtilalciler cumhuriyet ilan ederek, halkın yönetimini sağladılar ve laiklik prensibi ile de kiliseyi, devi etin üzerinde etkisi olmayan bir yapı ile organize ettiler( ileride laikliği ele alacağız) 1299 da kurulan ecdadımız Osmanlı devleti, Müslüman bir devletti,1517 de Yavuz Sultan Selimin, Mısırdan halifeliğin padişahlığa intikalini sağlamasından sonra İslamiyet en yüksek makamında, padişahlar tarafından temsil edildi. Osmanlı bir din devleti olmasına rağmen, zaman zaman yaşanan istisnalar hariç, padişahlar ister Müslüman ister Hristiyan olsun tebaasına adil davranmıştır. Bunun esasında sebebi, kurarım temel kavramını teşkil eden insan sevgisidir, adalettir. Ve bunu emreden kur ’anın etkinliğidir. 1600 yılları civarında, Osmanlı Yönetiminde başlayan zafiyet, tarihte yaşadığımız hüsranları ve kayıpları katlayarak; 1918 deki 1. Dünya Savaşı mağlubiyetini getirmiştir. Bu savaşın sonunda;3 kıtaya hükmeden cihan devleti Osmanlı imparatorluğa Anadolu da 13 ilin dışında, tüm topraklarını kaybetmiştir. Atatürk'ün 19 Mayıs 1919 da başlattığı, bir yok oluştan bir mucize diyebileceğimiz, azim, cesaret ve inanışla kazanılan istiklal harbinden sonra, Cumhuriyetin kurulmasına ve bugün ki sınırlara geliyoruz. Son Osmanlı tarihini ve hele hele 1918-1922 arasının perişan şartlarını mükemmel, tarafsız bilmeyen bir kimse Sulaktan dolma ve alışılmamış yarım ve hem de taraflı bilgilerle bunu takdir etmesi ve değerlendirmesi tam manası ile bir hiç hükmündedir. Hristiyan âlemi, yukarıda bahsettiğimiz tarihi olaylarla kendine gelmiş eğitime öğrenmeye büyük önem vermiştir. Hristiyan âleminde İncil, her milletçe kendi diline tercüme edilmiş, hazreti İsa hakkındaki görüş ve bazı ayrıntılar hariç, incilin birçok içeriği, aynen kuram kerimde tekrarlanmaktadır. Bu durum Tevrat içinde geçerlidir. Okuma yazma bilme nispeti, Hristiyan âleminde epeyce ilerlemiş ve incilin bildirisi onlarca daha iyi bilinir hale gelmiştir. Kur’an’daki bildirilen pek çok konu, İncil tarafından da bildirilmektedir. 1870 yılında, halkın Hristiyan âleminde okuryazar yüzdesi İspanyada 30, Fransa'da 69,ingiltrede 76, Almanya'da 80, Hollanda da 81 dir. Osmanlı imparatorluğunun o tarihte halkın okuma yüzdesi ise yalnız % 3 tür. 1924 yılında Türkiye de 71 ortaokul ve 5965 öğrencisi, 23 lise ve 1241 öğrencisi, 9 fakülte vardır.(Üniversite değil) nüfus 13 milyondur. Halk maalesef Osmanlı döneminde f yukarıda görüldüğü gibi okuma yazma bilmezdi. Namazını kılacak kadar belki birkaç fazlası ile ayet veya sure ezberlemişti. En acı olanı, Osmanlı döneminde Kur‘an'ın Türkçe tercümesi ( meal ) yoktu. Okuma yazma bilenler belli sayıda sübyan ( çocuk ) mektebi mezunlarıydı. Medrese mezunları dışında, hocalarımızın büyük çoğunluğu, hafızda olsa Kur’an’ın Türkçesini bilmiyorlardı ya da kulaktan dolma bilgileri vardı. Kur’an’ın gerçek manasını halka bildirecek medreseli hoca sayısı sınırlı idi. Halk okuma yazmada bilmiyordu. Üstelik Türkçe meali olan Kur’an’da yoktu. 1924’de okuryazar %4’dür. Selçuklular döneminde, ilim dili Arapça olduğundan, kayda değer bir Kur’an çevirisi gelişmesi olmamıştır. Osmanlı döneminin ilk kuruluş yıllarında Elham, Mülk, Yasin, ihlas gibi daha çok yalnız bazı kısa sureler, konuşulan Türkçeye çevrilmiştir.(meal) Osmanlıda daha sonra, ilk şeyhülislam Molla Fen ari ( 1350-1430) ayn-ül ayan isimli esriyle yalnız Fatiha suresini tefsir etmiştir. Tüm Osmanlı döneminde, ilk defa Sırrı paşa ( 1844-1895) Sırrı-ı Furkan adındaki iki ciltlik eseriyle, Kur’an’ı tercüme ve tefsir etmiştir. Şeyhülislam Musa Kazım efendide, küçük bir ciltten ibaret Safvetu-L Beyan adlı, tamamlanmamış Kur’an tercüme tefsirini yazmıştır, o dönemde bazı âlimler ve sonraki Şeyhülislam Mustafa Sabri efendi bu tercüme ve tefsir işine karşı çıkmışlardır. Aynı dönemde bir Şeyhülislam, Kur’an’ın Türkçe mealini ve tefsirini yapıyor, bir sonraki Şeyhülislam, buna karşı çıkıyor. Elbette bu durumda yapılan tercüme ve tefsir yurt sathında da tam yayımlamayacaktır. Milletimiz bu şartlar altında; asırlarca Kur’an’ın içeriğini tam bilmediği halde silaha inanç ve iman kuvveti ile Müslümanlığa hakkı ile sahip çıkmıştır. Kur’an yalnız Araplar için inmedi, Kur’an’ın muhatabı Araplar dâhil tüm insanlardır (Yunus 10/5 7ısra 17/82) Kur’an da her millete, kendi dillerini bilen bir elçinin gönderildiği belirtilmektedir (İbrahim 14/4 Isra 17/15,şuara 26/208 kasas 28/59 ). Demek ki Cenabı-ı Allah Kur’an’dan önce insanlara İslamiyet'i kendilerinin dillerini bilen peygamberlerce öğretti. Çünkü Hz Âdem'den Hz Peygambere kadar bütün peygamberler İslam’ı tebliğ etti. Hz Musa ve Hz İsa dâhil “Muhakkak ki Allah katında yegâne din İslam’dır'(ALİ İMRAN 3/19) Son peygamber Hz Muhammed'e yüce Allah, son kitap Kur’an indirmiştir. Kur’an yukarıdaki ayetlerde belirtildiği üzere, çeşitli dil konuşanımın insanlığa indirilmiştir. Cenabı-ı Allah Hazreti Muhammed'e, tüm insanlığa tebliğ için indirdiği Kur’an’ı "biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur’an indirdik" diye tavsif ediyor.(Yusuf 12/2) İnsanlık âleminde çeşitli millet ve diller var. Kur’an tüm insanlık için indirildiğine göre; Arap olmayan milletler Kur’an’ı öğrenmek için; Arapça mı öğrenecekler, bu mümkün mü? Bu ayeti kerime ile milletlere Kur’an’ı öğrenmek için, Kur’an’ı kendi dilimize çevirin ( meal ) diye cenabı Allah emrediyor. Kolaylık budur. Cenabı Allah “Kur’an’ı sana meşakkat çekip, bedbaht olasın diye indirmedik buyuruyor” ( Taha 20/1-4 ) peygamberimiz ise “kolaylaştırın zorlaştırmayın” buyuruyor (Müslim 3263) Tarihimizde Kur’an’ı kerimin ikinci defa tercümesini cumhuriyetimizin kuruluşundan hemen sonra, Atatürk'ün direktifiyle kurulan diyanet işleri başkanlığınca( 1924)önce Mehmet Akife yaptırılıyor. Mehmet Akif Kur’an’ı, şiir dilinde tercüme ettiğinden, Kur’an bırakılır bu meal okunur diye meali daha soma vermiyor-1934 Tarihinde yine Atatürk'ün direktifi ile Diyanet işleri başkanlığınca, Elmalılı M. Hamdi YAZIR da Kur’an tercüme ettiriliyor. (meal).Hamdi YAZIR da Kur’an’ı tercüme ediyor ve 10 ciltlik bir tefsir meydana getiriyor. Bu tercüme ve tefsir, Atatürk'ün emriyle bütün Türkiye'ye dağıtılıyor. Daha sonraki yıllar pek çok Kur’an tercümesi ve tefsir yapılıyor,- böylece en sade vatandaş kendi dili ile Kur’an’ı anlıyor ve tefsiri okuyarakta, derinliğine vakıf oluyor. Eğer tarihimiz boyunca milletimiz Kur’an’ı kendi dili ile okuyup anlamış olsaydı,, tarihimiz boyunca ve hala yaşadığımız pek çok lanetlenecek işler meydana gelmezdi, ama ne yazık ki milletimizin tarihimizde, okuma ve yazma da geliştirilmemiştir ve okuryazarlık da ele alınmamıştır. Yukarıda bu konularda net rakamlar verdim Dünyanın en büyük cihan devleti olmasıyla hakkıyla övündüğümüz Osmanlının en büyük ihmali; okuryazarlığı ele almamış olmasıdır. Kur’an’ı kerim şöyle buyuruyor “kul, helyestevillezine yalemune,vellezine layalemun” deki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu (zumer 39/9),Bilmek içinde Kur’an, ilk ayeti kerimede “ıkra” diye okumayı emretmiş olmasına rağmen Kur’an’ı meşrutiyete kadar tercüme etmemişiz ve kuram doğru anlamamışız Okuryazar olmamışız ve dolayısıyla öğrenememişiz ve her şeyde geri kalmışız. Laiklik konusunu da kısaca değerlendirmek istiyorum. Laiklik mana itibariyle bizde en yanlış anlaşılan bir terimdir. Laikliği hala büyük bir ekseriyet bizde dinsizlik olarak bilir. Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL 1955 yılında neşledilen din ve laiklik isimli kitabındaacaba neler yazıyor? Laic, Laique kelimesi,Latince Laicus aslında alınmış Fransızca bir kelimedir. Lügat manasıyla, ruhanî olmayan (kilise mensubu olmayan) insan, fikir ve müessese demektir. Katolik dünyasında Hristiyanlar ikiye ayrılıyorlar, bir kısmına Clerge denir, bunlar din adamlarıdır ve ruhanîler sınıfını teşkil ederler; bu sınıfa, Regulier ve Seculier diye ikiye ayrılır. Regulier sınıfından ruhaniler, kiliseye kapanıp, ömürlerini ibadetle geçirirler hayattan uzak yaşarlar, Sekülier ise papaz ve piskopos gibi halk içinde yaşayan kilise din adamlarıdır. Laik ise, Ruhanîler sınıfından bu iki zümreye mensup olmayan, Hristiyan halk tabakasıdır. Bu kelime genişletilerek, kilisenin etkisi altında olmayan, Ruhanî mahiyeti olmayan prensip ve müesseslere de laik denir. Bu kelime hukuk istilahına, Fransız ihtilalinden sonra girmiştir. Başğil laik kelimesinin hukuki manası üzerinde şu bilgiyi veriyor. Bu günün batı memleketleri hukukunda laiklik, dinin devlet işlerine devletinde din işlerine karışmamasıdır; devletin tarafsız olması, din ve mezheplerden hiç birine farklı muamele yapmaması, dininde bir bağımsızlık içinde, ahlâk ve maneviyatın yöneticisi olmasıdır. Laik kelimesi dilimize, cumhuriyetten önce, meşrutiyet döneminde girmiştir. Osman Ergin 1977 de yayınladığı “Türk Maarif Tarihi” adlı esrinde. son Osmanlı sadrazamlarından Müşir Ahmet paşanın, şu görüşünü veriyor; "Ziya Gökalp, Fransızca laik kelimesini, ladini diye tercüme etmiştir. Bu kelimenin manası, dinsiz demektir, bu çok büyük bir tercüme hatasıdır. Fransızlar laikliği, kilisede din adamı olmayanlar halktan olanlar için kullanmışlardır. Yine Osman Ergin, doğuyu da batıyı da iyi bilen Ubeydullah efendinin, görüşü şudur diyor; laiklik kelimesini, ladini diye tercüme etmek fevkalade yanlıştır, laik kelimesi dinsiz hükümet, din aleyhinde hükümet diye kullanılamaz. Laik hükümet, “halk hükümeti” olarak tercüme edilmelidir. Laik hükümet bir sınıfın değil, umumun malı olan hükümet demektir. 1970 de yayınlanan “Modern Türkiye'nin Doğuşu” isimli kitabın yazarı Bernard Lewis diyor ki: Ziya Gökalp'in tam bilmediği Fransızcası ile laique deyimini anlatmak için dinsiz anlamına gelen ladini kelimesini kullanmak zorunda kalması büyük bir talihsizlik idi. Laiklik dinsizliktir tercümesi Türkiye'de herkesi birbirine hasım etti. Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL yine “din ve laiklik” eserinde diyor ki: laiklik dinsizlik ve din düşmanlığı değildir. İnsan iş hayatında, devletçe konulan kanunlara göre hareket eder laik olur, diğer taraftan özel hayatında dindar olur. Atatürk “her fert dinini, diyanetini öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir” demiştir; Nitekim Atatürk, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı TEVHİD-İ Tedrisat kanunu ile yüksek din mütehassısı yetiştirmek üzere ilahiyat fakültesini ve ilk defa camilerde görevlendirilmek üzere imam ve hatip yetiştiren, imam hatip okullarını gerçekleştirmiştir. Âmâ öğrenci yokluğundan ilahiyat fakültesi de, imam hatip okulları da 1932 de kapanmıştır. Yukarıda 1924 de, ortaokul ve liselerin öğrenci sayısını zaten vermiştim, o zaman Atatürk dinsiz olsa, din adamı yetiştirecek okul açar mıydı? Osman Pazarlı 1979 da yayımladığı Sosyoloji Lise 3 adlı kitabında, Atatürk'ün “ laik hükümet tabirinden, dinsizlik manası çıkarmaya yeltenen fesatçılara fırsat vermemek lazımdır” dediğini yazmaktadır. Atatürk dinsiz olsa böyle konuşur muydu? Yılmaz Öztuna 1978 de yayınladığı “Büyük Türkiye Tarihi” adlı esrinde “Hristiyanlar kilisedeki din adamlarına Clerge ve bunun dışında kalanlar içinde, laik terimini kullanmaktadırlar” demektedir. Laiklik anayasanıza 1924 te girmiştir. Yukarıda laikliğin nasıl doğduğunu, ne demek olduğunu, ama Ziya Gökalp'in laikliği Fransızcadan dinsizlik diye yanlış tercüme etmesini, bilim adamalarının ifadeleriyle izaha çalıştım. Maalesef bu yanlış tercüme yüzünden, bunun etkisi altında kalanlar, hala bugün dahi laikliğin, yanlış anlaşılmasını devam ettirmektedirler ve laikliğe karşı, haksızca hücuma geçmeyi sürdürmektedirler. Bakara suresinin 256. Ayeti “la ikrahı fiti din dir” manası, ”dinde zorlama yoktur” demektir. Yani Kur’an kimseyi zorla Müslüman yapamazsın diyor. Bu görüş tüm müfessirlerin yorumudur. Bu ayet hem peygamber hem de devlet reisi olan Hz. peygambere; Kur’an emri olarak geliyor. Hz. peygamber, aynı zamanda devleti yöneten kimsedir. Demek ki Hz. peygambere devlet reisi olarak, dinde zorlama yapamazsın buyuruluyor. Laiklik de devletin din üzerinde etkisini kaldırıyor. Kur’an insanı, vicdanın da hür bırakıyor. Kur’an, laiklik tabirinin kullanıldığı tarihten, asırlarca önce bu emri getirmiştir. Öyleyse Kur’an’ın, insan üzerinde, din etkisi yapamazsın emri; asırlar soma Hristiyan âleminde laiklik olarak belirlenmiştir. Laiklik esasını Kur’an’dan almıştır. Rahmetli Atatürk din eğitimi veren imam hatip okullarını ve ilahiyat fakültesini açan bir kimsedir. Selçuklular ve Osmanlı tarihi dâhil, meşrutiyetteki tek Kur’an tercümesinden sonra, Kur’an’ı tercüme (meal) ve tefsir ettiren ve tüm Türkiye'ye dağıttıran kimsedir. Bu kimse dinsiz olur mu? Din de zorlama yok emriyle de, devlet yönetimini ve dinin vicdan hürriyetini birbirinden ayırmıştır. Camilerimizi koruyup ihya etmek için de vakıflar genel müdürlüğünü kurmuştur.(1924) Bu kimse dinsiz olur mu? Atatürk, şeyhülislamlığın devamı olan ve Müslümanlara yol gösteren, ayrıca camilerimizi organize eden, müftüleri, vaizleri, imam ve müezzinleri camilerde görevlendiren ve daha mükemmel teşkilatlandırılan, Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur.(1924) Bu kimse dinsiz olur mu? Bütün ilim adamları laiklik dinsizlik değil diyorlar, peki Avrupa'da ya da başka kıtalarda, laik devlet olarak yönetilen hangi devletline karşı bir tutum içerisindedir Bugünkü Rusya dâhil? Atatürk döneminde ve sonra camiler ahır yapıldı diyenler., doğruyu konuşmuyorlar yalnız 2. Cihan harbinde Almanlar Trakya'da hududumuza geldiğinde, silolarımız olmadığı için, silahaltındaki askerin buğday ihtiyacı için, bazı camiler büyük hacimli olduğu için, buğday deposu olarak kullanıldı. Osmanlı tarihini okuyanlar, padişahlar Avrupa seferine çıktığında, onlarında, daha önce yol boyunda yapılan bazı camileri, buğday deposu olarak kullandıklarını bilirler. Cumhuriyet'ten soma nerde hangi cami ahır yapıldıysa iddia sahibi bunu ispatlamalıdır. Devlet laik olur, insan laik olamaz diyenlere, Ord.Prof. Ali Fuat BAŞĞİI “Din ve Laiklik” isimli kitabında buna cevap veriyor: insanlar iş ve münasebetler hayatında, devletin çıkardığı kanunlara göre hareket ederler laik olurlar, özel hayatında ise dindar olarak yaşarlar. Cumhuriyet kurulduktan sonra bugün dahi, halâ laikliği dinsizlik olarak anlayanlar ve bazı münevverlerimiz dâhil, devleti hep itham etmişlerdir ve etmektedirler. Sanki Türkiye dinsizleştirilmiş gibi ve bunlar doğruyu bir türlü öğrenmemişlerdir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Atatürk'ün İslamiyet'i korumak için aldığı bütün tedbirlere rağmen, Ziya GÖKALP'İN laikliği dinsizlik diye yanlış tercüme etmesinden, maalesef Atatürk ve devlet bu ithamlardan kurtulamamıştır. Üstelik Yukarıda belirtiğim gibi Atatürk, bu fesat sahiplerine karşı çıkmak için halkı ikaz etmiştir. İnsan hak ve hürriyetinin korunmasını esas alan, insanlara yardımın şart olduğunu belirten, zulüm ve haksız insan öldürmeyi haram kılan, hatta ırklar arasındaki ayrıcalığı kaldıran, dinde dahi zorlamanın olmadığım emreden ve kimsesizleri koruyan bugün demokrasi dediğimiz idare şeklinden, çok daha üstün vasıflarca insana sahip çıkan, bir Kur’an’ı Kerim vardır. Ama maalesef onu tam manasıyla anlayıp, ona uymamışız. Asırlarca ve hala Kur’an’a uyulmayıp Kur’an!da olmayan mezhepler adına yapılan kavgalar ile ve Kur’an’ın emirlerine karşı aykırı düşünerek, İslam’ın ruhuna uymayan, ama İslam uğruna diyerek, pek çok insan hunharca öldürerek, dünyamız cehenneme çevrilmiştir ve çevrilmektedir. Maide suresi 5/32nci ayette Kur’an şöyle buyuruyor “kim haksız yere, bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur” elbette ki bunun cezası cehennemlik olmaktır. Kur’an bir can diyor, Müslüman yada Müslüman olmayan demiyor ve böylece Kur’an tüm insanlığı koruması altına almıştır. İnsan huzuru için Kur’an’a uymak ne büyük fazilettir. Hz peygamberden sonra halife olan dört devlet başkanını, sahabenin ( halkın) seçtiği bir İslam devleti var, demek ki demokrasi İslamiyet'in geleneğinde mevcuttur. 1946 da Demokrat partiyi kuran, Celal BAYAR, Adnan MENDERES, Refik KORALTAN ve Fuat KÖPRÜLÜ böyle ulvi duygularla halkın seçtiği bir yönetimi gerçekleştirmek için, demokrasi mücadelesi verdiler. Ve bu mücadeleyi 1950 yılında kazandılar. Halkın seçtiği Demokrat partinin başbakanı ve akabinde genel başkanı olan Adnan MENDERES böyle bir ulvi ve mukaddes görev uğruna şehit olan bir Türk ve İslam büyüğüdür. 1954 yılından itibaren demokrat parti milletvekili ve yassı ada mağduru ağabeyimle birlikte başladığım ve yüklendiğim, demokrat misyonu bugüne kadar kesintisiz yürüttüğüm için bahtiyarım. DR. Jeoloji Müh. Esat KIRATLIOĞLU Enerji ve Tabi Kaynaklar Eski Bakanı Twitter'da paylaş Saygı Öztürk > Esad Kıratlıoğlu yazdı : "Laiklik, İslam, Demokrasi ve Türkiye" Diğer Yazıları: 27/12/2019 İslami bankada olmayanlar bizde başladı 25/12/2019 Kulelerde, FETÖ araştırmasını MHP istemiş 24/12/2019 Her olayın altından aynı kadın çıkıyor! 22/12/2019 Kanal İstanbul gerçekleri 20/12/2019 Özkök: FETÖ’ye hep dikkat çektim 18/12/2019 17 yıldır ödenmeyen namus borcu 17/12/2019 Eski vekiller de “çakarlı” olacak 15/12/2019 Skandal ihaleye, suç duyurusu 13/12/2019 İşte, Gökçek’in mal varlığı 11/12/2019 Vetonun ardından geleceklere bakalım 10/12/2019 Bunlar yapılmadan mücadele olmaz 8/12/2019 İhalede 88 milyon lira farkın bir anlamı yok… 6/12/2019 O veto edildi, ya diğer yasa? 4/12/2019 Onca konutun parası kimin cebinde? 3/12/2019 Bakan, Öksüz için ne söylemek istedi? 27/11/2019 O sanık, son güne kadar müdürdü 26/11/2019 Kadın öğretmenlere mezarlık görevi! 24/11/2019 Yavaş ne yapsın! 100 bin iş başvurusu 12 bin görüşme talebi 22/11/2019 Karar: Gökçek’in mal varlığı araştırılacak 20/11/2019 HDP, önemli bir karar aşamasında 19/11/2019 Hukukçuların sınavına besmeleli hazırlık kitabı 17/11/2019 Acı tablonun sorumlusu… 15/11/2019 Pes doğrusu! Bakanlık, öğretmenleri icralık etti
|
..:: KİTAPLARI
::..
> twitter.com/saygi_ozturk > tr.linkedin.com/in/saygiozturk facebook.com/saygiozturk Saygı Öztürk Kimdir |
|
© 2018 www.saygiozturk.com I www.saygiozturk.net Saygı Öztürk kitapları ve yazıları |